الأية : ج. الآيات،
العَلامة، المعجزة، العِبرة، الأية. |
Âyet (ç. Âyât):
İşaret, mucize, ibret ve ayet anlamında kullanılır |
آمين : أي
إقبلْ
دُعائنا. |
Âmin:
‘’Dileklerimizi Allah
kabul buyur’’ |
أهل الحَل والعَقد : رجال لهم صلاحية عزل وتعين
الرّؤساء. أصحاب الرأي أو العلماء والأمراء. |
Ehlü’l-hall
ve’l-‘akd: Devlet başkanını seçme ve azletme
yetkisine sahip bulunan güç, kudret, rey, ve tedbir
sahibi kimseler; ulemâ ve ümerâ. |
الإباحة : أباحَ المحظور جعلهُ حَلالاً. |
İbâha: Mübah. Yasağı
Helal kıldı. |
الأبكم : ج. بُكم وبُكمان .الأخرس. |
Hares: Ahreslik yani
konuşma yeteneğinin bulunmaması. |
الأبرص والبرصاء: ج. بُرْص .
تبقع أبيض في الجلد. مرض جلدي. |
Abras (Barsâ) ç.
Burs: Ciltte beyaz benekler, yani alaca hastalığı. |
التّعصّب:
من تعصّبَ. شدة التمسك به ونصرته على جهل مثل التّعب
للمذهب. |
Ta’assub: Bağnazlık,
bir şeye körü körüne tutunma, sarılma; mezhep
taassubu gibi. |
الطّلسم : ج. طلاسم. خطوط وأعداد يزعم كاتبها أنه
يربط بها بالأرقام وروحانيات الكواكب العلوية، لأجل
الوصول إلى بعض الأحداث في الأرض ثم الإيمان بها وطلب
بعض الطلبات منها. |
Talsam (ç.Talasım):
Tılsım. Bir takım çizgilerden ve rakamlardan oluşan
ve yıldızların ruhaniyeti ve yeryüzünde mevcut
bulunan bir takım olayları irtibata geçirileceğine
inanılan ve ondan bazı arzulara ulaşmak. |
التّأميم : من أمّمم الشئ جعله للدولة. تحويل
المرافق التي تعلق بها نفع عام المملوكة ملكية فردية
إلى ملكية عامة. |
Temim: Kamulaştırma,
millîleştirme, kişisel tesisleri ve mülkleri âmme
(kamu) mülkiyesine dönüştürmek.. |
التّأمين : من أمَن.
الضمان.
إذا وثق من دفع الخطر. |
Te’mîn: Sigorta.
Sigorta akdi. Tehlikeye karşı garantiye almak. |
الجَنابة : الجُنب. النّجاسة المعنوية. |
Cenabet: Cünüplük.
Manevi kirlilik hali için kullanılır. |
التّسابيح : أي قول سبحان الله ـ تعظيم الله
تعالى وتنزيهه من الأخطاء. |
Tesbih:
‘Sübhanallah’ demek, Allah Teâlâ’yı her türlü
noksanlıklardan tenzih etmek, yüceltmek. |
التّواطؤ : مصدر تواطأ أي الموافقة. والاتفاق
سرّاً ضد طرف ثالث. |
Tevatu’ (Tevataa
kelimesinin mastarı): Kabul etmek. Üçüncü bir kişiye
karşı gizlice anlaşmak |
الإثم : ج. آثام . الذّنب. عمل مالايحل. |
İsm (ç. Âsam): Günah
veya suç işlemek, helal olmayan şeyi yapmak. |
الإجماع (إجماع الأمّة) : اتفاق المجتهدين على
الأحكام الشّرعية في عصر من العصور. |
‘İcmâ / İcmâ’-ı
ümmet: Bir asırda bulunan tüm İslâm müctehidlerinin
şerî bir hüküm üzerinde görüşbirliği etmeleri. |
الاجْهاض : مصدر أجهض أي الإسقاط. إلقاء أو قتل
المرأة أو الحيوان حمله ناقص الخلق أو ناقص المدة.
|
İchâd
(Echeza
kelimesinin mastarı): Çocuk düşürmek. Kadının ya da
hayvanın yavrusunu henüz yaratılışı
tamamlanmadan yahut
müddeti doğmadan öldürmesi. |
الأجَل : ج. الآجال : إعطاء مهلة زمن. الموت.
العذاب. |
Ecel (ç.Âcaâl):
vadeler. Bir şeye süre vakit vermek. Ölüm. Azap.
|
الآجِل : ضدّ العاجِل، المتأخر ضد العاجِل ومنه
عاجلاً أو آجلاً. |
Acil: ‘Acil
kelimenin zıddıdır, geç. Veresiye, zaman içinde
yerine getirilmesi gerekir. |
العَاجِل : المقدّم بسرعة، ضدّ الأجل. الشيء الذي
يجب أن تتحقق. |
‘Acil: Peşin. Acele.
Hemen ödenmesi, yerine getirilmesi gereken şey. |
الأجر : الثواب. الأجرة. المهر. المكافأة. عوض
العمل. |
Ecr (ç.ücûr): Sevap.
Ücret. Ödül. Mehir. İşçiye verilecek ücret. |
الإجهاض : الإسقاط |
İchâz: Yaralıyı
öldürmeye çalışma. |
الاحتراس : أخذ الحيطة والحذر. |
İhtiras: Dikkatli ve
tedbirli olmak. |
الاحتكار : ج. الاحتكارات. جمع السّلع كلها أو
جمعها وحبسها للغلاء. والاحتكار هو السلطة على الشيء. |
İhtikâr: [Malın]
tamamını alma veya toplama [kapatma]; ihtikâr;
tekelcilik; tasallut; hegemonya. |
الإحرام : حرمَ وأحرم الرّجل أي دخل أشهر
الحَرَمِ. ملابس الحج والعُمرة. جعل الشّيء محظوراً
ممنوعاً وابتعد عن الحرام. |
İhrâm: Hac aylarına
girmek. Hac ve umre ibadetlerine mahsus kıyafettir.
Bir şeyin yasaklanması haram olması ve ondan
kaçınmasıdır. |
الاحتلام : من اِحتلم الغلام اِحتلاماً أي بلغ
الحلم وأدرك الرّجال، واِحتلم في نومهِ. |
İhtilâm: Ergenlik
yaşına gelip adam olma, düş azıtma; rüyada cinsel
ilişkide bulunma. |
الاستحياء: الخجل، الإمساك من المحارم، الحياء من
الله. |
İstihyâ:
Çekilmek,
haramdan sakınmak.
Allahtan utanmak. |
الاستدراج : قابلية الإقناع. إيصال الشخص إلى
العذاب خطوة خطوة وعلى طلبهِ إعطاءه بعض خوارق
العادات. |
İstidrâc:
İkna yeteneği.
Kişinin adım adım
azaba yaklaştırılması ve bu yüzden ona kendi isteği
doğrultusunda bazı harikulâdelikler verilmesi. |
الاستدراك : من أدرك الشيء، اللّحوق بالشيء
وبلوغه. تلافي ما فرطَ. تلافي ما فرط من قول أو عمل. |
İstidrâk: Bir şeyi
bilmek ve ona ulaşmak; doğabilecek yanlış anlamayı
veya sözü telafi etmek gidermek. |
السَّمسرة : مصدر سمرأي الدّلالة. حرفة يكون
محترفها الواسطة بين البائع والمشتري. |
Semsere: Simsarlık,
aracılık, komisyonculuk. |
الاستشفاع : طلب الوسيط العفو عن المذنبين. |
İstişfâ’a: Suçların
affı için birinin aracılık yapmasını isteme. |
الشّطحات : مفرده شطح. وشطح في السير أو في القول
أي تباعد واسترسل. |
Şatahâtus-sûfiyye:
Sûffiyenin şeriata zahirde ters düşen sözleri. |
الشّفاعة : مصدر شفع. إلتماس العفو أو التّخفيف
من العقوبة عن الغير. |
Şefa’at: Af ya da
cezanın hafifletilmesi için –bir delile
dayanmaksızın-aracı olmak. |
الأحوال الشّخصية : حقوق العوائل والأشخاص. |
Ahval-i şahsiye:
Aile ve şahsın hukuku. |
الاختلاف : (ضدّ الاتفاق)، وجود الفارق وعدم
التفاهم. |
İhtilâf: İttifak
kelimesinin zıddıdır. Farklı olmak, ayrı olmak,
anlaşamamak, ihtilafa düşmek anlamlara gelir.
|
الأخلاف : الأنسال الذين يأتون خلف الشّخص. |
Ahlâf (halef): Bir
kimsenin yerini alacak olan sonraki kuşaklar. |
الأخذ والقبض : الاستلام. |
Ahzü kabız: Teslim
almak. |
الارتزاق : طلب الرّزق، استمرار الحياة. |
İrtizâk: Yaşamını
sürdürmek, geçinmek, rızkını bulmak demektir. |
الدِّية: ج. ديات. وأصلها ودْيَة فحصل فيها
تبديل. المال الواجب في إتلاف نفوس الأدميين، دفع
الضمان مقابل القتل أو الجرح لصاحب الحق أو الوارث.
أما ما يجب في إتلاف مادون النّفس فهو: الأرش. |
Diyet (ç.Diyât): Kan
bedeli. Öldürme ya da yaralanma gibi işlenen cinayet
sebebiyle mağdura ya da varislerine bir tür tazminat
mahiyetinde olarak ödenmesi gereken mal.
İnsan dışındaki
telef olanlara ‘Eriş’ denir. |
الإرتداد (الرّدة) :
الرّجوع إلى الخلف، الخروج ن الدّين
الإسلامي. |
İrtidât (redde): Geri
çekilme; geri alma; terk etme; mürtet yani dinden
çıkmak. |
الارتياب (الرّيب): الشّك في الشيء. وخاصة الشك
في القرآن الكريم. |
İrtiyâb (Reyb) : Bir
şeyden şüphe etmek, genellikle kurana şüphe etmek
için kullanılır. |
الرّضاع (الإرضاع) : مصدر رَضَعَ، مصُّ الحليب من
الثّدي، على الأقل أن تكون المراة في التاسع من عمرها
وتدخل على معدة الطفل. الإرضاع هي مصُّ الصّبي ثدي
الأدميّة. |
Radâ’: Süt emmek; en
az dokuz yaşında olan bir kadının sütünün vakti
muhsusunda bir çocuğun midesine girmesi.”’İrdâ’” da
süt emzirmektir. |
الأرمل : ج. الأرامل، الرّجل الذي لا إمرأة له. |
Erâmil: Dul kalmak,
Bir erkeğin dul olması demektir. |
الاستبراء : من برأَ، طلب البراءة من النّجس أو
البول. |
İstibrâ: Erkeklerin
işedikten sonra sidik eserinin tamamıyla kesilmesini
beklemeleri hali. |
الإفاضة : الاندفاع. أفاض الحاجُ أي أسرعوا في
دفعهم من عرفة إلى مزدلفة. |
İfâda: Hacıların
arafat’tan güneşin batışını müteakip edip sökün
etmeleri Mina’ya doğru sel gibi akmaları. |
الاستنباط : الاستخراج بعد محاولة، استخراج
المعاني الدّقيقة من النّصوص. |
İstinbât: Kur’an ve
sünnet nasslarını anlayabilme ve onlardan hüküm
çıkarma çalışması. |
الاستنجاء : إزالة النّجس عن مخرجهِ من القبل أو
الدّبر. |
İstincâ’: Kan, meni,
sidik, pislik, gibi şeyleri çıktıkları mahalleri
temizleme. |
الاستنشاق : إدخال الماء وغيرهِ في الأنف وجذبهِ
بالنّفس. |
İstinşâk: Buruna su
verme, burnun iç kısmını yıkama. |
الأضحية : ج. الأضاحي، ما يضحى بهِ من الحيوان. |
Udhiyye: Hayvanı
kurban etmek. |
الاعتكاف : لزوم الشيء والإقبال عليهِ، المكث في
المسجد بنية القربة. |
İ’tikaf: Bir şeye
devam etmek. Bir mescide veya mescid hükmünde olan
bir yerde itikaf niyetiyle ikamet etmek demektir. |
الأعرابي : بدوي من بادية. أو الذي يعيش في
البادية. رمز للقساوة والجهل. |
A’râbî: Bedevi.
Badiyeli. Şiddet ve
cahillik ifade eder. Badiyede yaşayan medeniyetten
uzak. |
العقائد : المواضيع المتعلقة بالإيمان. |
İnançla ilgili
konular. |
العَقد، الهبة: اتّفاق الطّرفان. |
‘Akid (ç. Ukûd):
Nikâh, hibe, iki tarafın anlaşması. |
الاغتصاب : أخذ مال بغير إذن، اِغتصبَِ المرأة أي
زنا بها كُرهاً. |
İğtisâb: Gasp etmek.
Bir şeyi zorla ve hasız biçimde almak. Kadına
tecavüz etmek
demektir. |
الإفراط : تجاوز الحد زيادة أو نقصاً. الضّرر. |
İfrât: Aşırılık,
haddi aşmak. Karşıtı tefrittir. |
الإلحاد : من لحّدَ، الميل عن الطريق المرسوم.
الكُفر بجميع الأديان وإنكار جميع الرّسالات. |
İlhâd: Hak yolundan
sapıp, küfrü gerektiren bir düşünceye sapmak. Bütün
dinleri ve peygamberleri inkâr etmektir. |
الأَمَةُ : خلاف الحُرّة، ج. إماء. من ضُرِبَ
عليها الرّق. |
Eme: (ç. İmâ),
Cariye, özgürün zıddı, köle. |
أم الخبائث : أصل السّيئات. الشّراب والخمر. |
Ümü’l-habâis:
Kötülüklerin anası, şarap
içki. |
البِرُّ : اسم جامع للخير والإحسان وأصله
الطّاعة. |
Birr: Yeminine sadık
olma, gereğini yerine getirme. Anne ve babaya hizmet
ve ihsanda bulunma. Her türlü iyilik, güzellik
demektir. |
البَرُّ : ج. أبرار، الصّالح التّقي. |
Berr (ç. Âbrâr):
Sâlih, muttaki kişi. |
البرزخ : الحاجز بين شيئين، ما بين موت الإنسان
وبعثهُ. |
Berzah. İki şeyin
arasındaki engel; Ölümle yeniden dirilme arası,
ahirette cennet ile cehennem arası. |
البعثُ : ج. بعوث، ارسال رَسول أو هيئة. يوم
القيامة. الحياة بعد يوم القيامة. الوحدة العسكرية
المرسلة لهدف خاص. |
Ba’s: (ç. Bu’us)
Elçi ya da heyet göndermek. Yaymak. Kıyamet günü.
Öldükten sonra
diriltmek.
Özel bir amaçla gönderilmiş askeri birlik. |
البَغي، البِغاء : اسم فاعل الباغي. المصدر البغي ج. البغايا، البغاة،
زنى المرأة بأجرٍ. |
Bağıyy, Biğâ (ç.
Beğâyâ, buğât): Para karşılığı fuhuş yapan kadın. |
براءة الذّمة : تصفية ما في ذمته ومبدأ إبتعاده
عن الدّيون والذّنوب. |
Berâet-i zimmet:
Zimmetin temiz ve borcusu ve suçsuz olduğu ilkesi,
insanın borçtan ve suçtan uzak. |
البيان : الإظهار والإيضاح لأمر ما سواءاً كانت
بالعمل أو الكلام. |
Beyân: Söz olsun iş
olsun vuku bulan şey söz ya fiil ile açığa
çıkarmaktır. |
التّأديب : المصدر أدَّبَ، المعاقبة على الإساءة. |
Te’dib: Uslandırma
haddini bildirme, hafif ceza ile ıslâh ve terbiye
etmek. |
التّبليغ : تبلغ الشيء إليهِ، أو ايصاله إليهِ. |
Tebliğ: Çağrıyı
başkalarına duyurmak, iletmek, ulaştırmak
demektir. |
التّحريم : مّنْ حرّمَ أو جعل الشي محرّماً
ممنوعاً، الحظر والمنع. |
Tahrîm: Haram
kılmak. Alı koymak. Yasaklamak. |
التّخفيف : ترك البغض من غير إخلال. |
Tahfîf: Hafifletmek;
Sevilmeyenden kuralları ihlal etmeden uzaklaşmak. |
التّراويح : مفردها ترويحة. وهي الإستراحة. صلاة
الليل خاص لشهر رمضان. |
Teravîh: (Tekili:
Tervihâ). İstirahat dinlenmek. Ramazan gecelerine
mahsus olan bir namazdır. |
التّضرّع : من تضرّعَ، التّذلل إلى الله أي
الابتهال إليه. |
Tadarru’: Allah
Teâlâ’ya yalvarıp yakarma, niyazda bulunma. |
التّولي : من تولّى، الهَرَبُ. التّولي في الحرب
أي الهرب منها. |
Tevellî: Kaçmak,
Savaştan kaçmak. |
التّيمم : القَصْدُ. عند عدم توفر الماء او عند
عدم القدرة في استعمال الماء يمسحُ الوجه واليدين
بالتّراب النظيف. |
Teyemmüm: Su
bulunmadığı veya bulunduğu halde kullanılmamasına
kudret bulunmadığı takdirde temiz olan toprakla yüz
ve eller silinir. |
الثّواب : منْ تَابَ. إذا رجعَ. الأجرُ
والثواب إليه. |
Sevâb: Tevbe edene
Karşılık, bedel ve Sevabın alınması. |
الغريزة: الجمع غرائز. الجِبلّةُ. الطّبيعة
والخلقة المركوزة في الخلقة. الفِطرة. |
Garîze(ç.garâiz):
Seciye, karakter, huy, içgüdü. |
الجُحود : انكار الحق مع العلم. |
Cühûd: Bilerek hakkı
inkâr etmek. |
الجُرموق : ما يلبس فوق الخفِّ، وقاية من الماء
والغبار. |
Curmûk (ç. Cerâmik):
Mestin üzerine giyilen, su ve tozdan koruyan şey. |
الجَزاء : المكافأة والثّوابُ. مايكافئ لتصرف من
خيرٍ أو شرٍّ. |
Cezâ: Kötülük veya
iyilik yapılan işin karşılığı, haklarında uygulanan
yaptırım veya ödüllendirme. |
الجِزية : جزى. مِنَ الجزاء ما تفرضه الدّولة على
رؤوس أهل الذّمةِ
من الذُكران (ماقبل الجهاد) ضريبة شخصية تؤخذ مرة في
السنة. |
Cizye: Ceza, Cezâun
kelimesinden alınmıştır. Gayri Müslimlerin mükellef
olan erkeklerinden (cihad mükellefiyetine karşılık)
senede bir defe alınan şahsî bir vergidir. |
الجِلباب : ج. جلابيب. ثوب واسع تلبسهُ المرأة
فوق ثيابها. |
Cilbâb (ç.
Cel3abib): Kadının genişçe olan üst elbisesi. |
الجُناح : الإثم.
الذّنب. |
Cunâh: Günah, suç. |
جذام: المرض التي تصيب الوجه وفيها الجراحة والتي
تؤثر على تركيبة اللّحم. |
Cûzam: Daha çok
yüzde olan ve cerahtan dolayı zamanla etin
dökülmesine kadar etkileyen bir hastalık. |
محرّف: من تحرّف أي تزوّر. ما تزور على الشيء
وجعل التغيرات عليه. |
Muharref: Tahrif
edilmiş, üzerinde oynama yapılmış ve bozulmuş,
değiştirilmiş. |
الجِيفة : إذا أنتن جُثة الميت. |
Cîfe: Kokmuş ölü,
leş. |
الحَائض : المرأة في وقت الحيض. |
Hâız : Hayız
(aybaşı) halinde bulunan kadın. |
الحَائل : ج. حُول ـ حَوائل، الأنثى التي لا
تحمل.
الحاجز. الحائط. |
Hâil: (ç.Hul;
Havâili). Gebe olmayan kadın. İki şeyi arasında
perde olan, arayı kaplayan duvar. |
الحَامل : ج. حَمَلة ـ حَوامل. من النّساء
الحُبلى. |
Hâmil: (ç. Hamle).
Gebe olan kadın
demektir. |
الحَج : القصد. أداء أ‘مال مخصوصة في حرم مكّة في
أوقات مخصوصة مع النّية. |
Hacc: Tazim edilecek
makamları ziyaret kasında bulunma. |
الحِجاب : مصدر حَجَب، ج. حُجُب. غطاء يتستر بها
النساء تجاه الأجانب. كل ما حال بين شيئين. |
Hicâb: Kadının
örtüsü, yabancılar yanında giyeceği.
İki şeyin
engellenmesidir. |
الحَدَث : ج. أحداث. الحادث الذي وقعَ. نجاسة
حُكمية موجبة للغسل. وهناك الحدث الأصغر ما يوجب
الوضوء. والحدث الأكبر ما يوجب الغسل.
صغير
السن. |
Hades. (ç. Ehdâs).
Bir olayın vukuu demektir. Pislik demektir yıkanması
gerekir, gücük cünüpte abdest, büyük cünüpte ise
gusül gerekir. Yaşı küçük.
|
الحُكم : ج. أحكام. القضاء. القرار الذي يصدرهُ
القاضي. |
Hüküm: (ç. Ahkâm)
Hukuk muhakemeleri usulünde hâkimin verdiği karar. |
الخرج أو الخراج: الأجرة، المصاريف. ما تأخذه
الدّولة من الضّرائب على الأرض المفتوحة عُنوة. |
Harç (Haraç): Ücret.
Masraf. Resmi muameleler de devletin aldığı para. |
الخُسوف : مصدر خُسِفَ الشيء أي نقص. ذهاب ضوء
القمر.
|
Husûf
(Husife
kelimesinin mastarıdır): Eksik demektir. Ay
tutulması ışığının azalması. |
الخشوع : مصدر خَشَع. خضعَ وذلّ. الخضوع
والتّواضع. |
Huşu’: Gözün yere
bakması, sesin alçaltılması, organları sükûneti. |
الخَشية : مصدر خشي، الخوف من عظمة المخشي. |
Hâşiye (Haşiye
kelimesinin Mastarı): Allahın azamatından korkmak. |
الخِمار : ج. الخُمُر. السّتر ما تستت بهِ المرأة
رأسها وقسماً من وجهها. |
Hımâr: Kadın için
başörtüsü, başı ve yüzünün bir kısmın örtülmesi. |
الخُفُّ : ج. أخفاف وخِفاف.. الحذاء الساتر الرجل
مع الكعبين والحذاء الذي يمسح عليها. |
Huff (ç.Ahfaf,
Hifâf): Mest, topuklarla birlikte ayakları örten ve
üzerine mesh edilen özel ayakkabı. |
الخَمر : ج. الخُمور، ما تخمّر وأسكر منعصير
العنب وغيرهِ لمخامرتها العقل. |
Hamr: Kendi kendine
yani pişirilmeksizin kaynayıp kabaran, keskinleşip
sarhoşluk verici bir hâl alan yaş üzüm suyu. Şarap. |
دابة الأرض : الحيوان. عند ظهور علامات القيامة
الكبرى المخلوق الغريب الذي يتكلم مع النّاس. |
Dâbbetu’l-arz:
Hayvan. Kıyametin yaklaştığını belirten büyük
alametlerden biri olarak ortaya çıkacak ve
insanlarla konuşacak olan garip bir yaratık. |
دار الإسلام : البلاد التي غلب فيها المسلمون
وفيها يعيشون بآمان وتحت الإدارة الإسلامية. |
Dâr-ı İslâm: İslam
diyarı. Müslümanların idaresi altında bulunan yerler
ki Müslümanlar oralarda emniyet ve güven içerisinde
yaşarlar. |
دار الحرب : أراضي الدّولة الكافرة التي أعلنت
الحرب على المسلمين. |
Dâr-ı harb: Ehl-i
İslâm ile aralarında müzakere ve musâleha olmayan
gayr-i Müslimlerin ülkesi. |
دار الكُفر : البلاد التي يكون فيها المسلمون
قلّة والحُكم فيها بغير أنظمة الإسلام. |
Dâr-ı küfr:
Müslümanların azınlıkta oldukları ve İslâm nizamının
geçerli bulunmadığı ülke. |
الدُّبر : ج. أدبر ودُبور. مؤخر الشيء. الظهر.
المخرج.
دبر الصّلاة. |
Dübr (ç.Edbur,
dubur): kalça,
arka; geri. Namazdan sora. |
الحنث : الحانث،
الذي لم يصدق على حلفهِ، أو الذي يفسخ يمينه وعهده. |
Hıns: Hânis: Yaptığı
yeminle sebat etmeyen, onu bozan kişi. |
اليتيم : الذي يموت أبوه. واليتيم في
الشرع: فهو من فقد أباه وهو دون البلوغ.
واسم اليتيم يطلق عموماً على كل من
فقد أحد والديه أو كلاهما. |
el-Yetim: (Yetim) Babası vefat eden kişiye denir.
Fıkıhta yetimin anlamı ise babasını buluğ çağından
önce kaybeden kişiye denir.
Genel
olarak ebeveynlerden birisi veya ikisini kaybederse,
el-Yetim kelimesi ile ifade edilir. |
العُجميُّ: الذي يموت أمه. |
U’cmi:
(Öksüz)
Annesi vefat eden kişiye denir |
لَطِيم (اللّطيم): الذي فقد أباه
وأمه. |
Latim:
(Öksüz)
Anne
ve babasını vefat eden kişiye denir. |
الذّكاة : مصدر ذكا. الذّبح. تمام الشيء. الذّبح
أو النّحر بشروطهِ الشّرعية. |
Zekkât (Zekka
kelimesinin mastarı): kesmek. Şerî şartları içeren
boğazlama işlemi. |
الذِّمي : الغير المسلم الذي يعيش في أرض الإسلام
بآمان. |
Zimmî: İslâm
yurdunda eman altında yaşayan gayr-i Müslim. |
الذّنب : ج. ذنوب. الإثم والمعصية. |
Zenb (ç. Zünüp:
Günah. |
نبّاش: الذي يسرق الكفن. |
Nebbâş: Kefen
soyucu. |
الرَّبُ : ج. أرباب وربوب.
السيّيد.
المالك المدبّر. الله تعالى. |
Rabb (ç.Erbab ve
Rubub): Efendi. Tanrı. Allah Teâlâ’nın adı. |
الرّبا : ربا الشيء بربو ربواً. إذا زادَ. |
Ribâ: Fazlalık.
(Osmanlılarda ) ödünç verilen para ve mal için
nizâmî haddinden fazla alınan faiz. |
الرِّباط : ج. رُبُط مصدر رَبَطَ. لمرابطة:
الإقامة في حدود البلاد مقابلاً العدو إخافة له.
الإقامة على الأراضي الإسلامية لأجل الدفاع والمحافظة
عليها. |
Ribât (ç.Rubut):
Sınır boylarında düşmanların hücumuna karşı ikamet
etmek. Sırf İslâm yurdunu muhafaza ve müdafaa etmek
maksadıyla ikamet etmek. |
الرُّشوة : ما يعطى من المال ونحوه لإبطال حقّ أو
لإلحاقِ باطل. |
Rüşvet: Bir kişiye
gördüğü hakki batıl yapmak için verilen ücret. |
الرّائش: الذي يعطي الرّشوة. |
Râşi: Rüşvet veren. |
الرَّهينة : ج. رهائن، ما يؤخذ من الأدميين
ضماناً لعدم غدر العدو. |
Rehine (ç.Rehain):
Fidye almak gibi bir isteği sağlamak amacıyla
kaçırılan ve elde tutulan
kişi. |
الرَّهط : ج. أرْهُط وأرهاط، الجماعة من الثّلاثة
إلى العشرة. |
Reht (ç. Erhut,
Erhat): 3-10 kişi arasındaki grup. |
الزّعيم : الكفيل. زعيم القوم أي رئيسهم. |
Ze’îm: Kefil, Lider,
önder. |
الزّلة :ج. زَلَل، الخطيئة، ارتكاب الأخطاء
البسيطة، ارتكاب المرء أمراً غير مشروع ضمن اتيان أمر
مشروع. |
Zelle (ç.Zelel):
Sürçme, tökezleme, küçük hata yapma. Kişinin, meşrû
bir iş zımnında gayr-i meşrû bir şey işlemesi. |
الزّور : الكذب والباطل وخلاف الحقيقة. شهادة
الزّور. |
Zûr: Yalan, batıl,
hilâf-ı hakikat. Yalancı şahitlik. |
السَّائب : سَاب الشيء أو العبد أطلقه بعد
الإمساك والتفرغ من كافة الحقوق. |
Sâib: Bir şeyi veya
köleyi her türlü haktan vazgeçilerek serbest
bırakmak.
|
زَحف: ج. زُحوف، الجيش الكبير الزّاحف والمقاتل
في سبيل الله. |
Zahf (ç.Zuhuf):
Yürüyen kalabalık ordu
ve Allah
yolunda savaşmakta olan. |
نقيض: النكث ونبذ الشيء ومخالفته. |
Nakîz: Bir şeyi
kabul etmemek, anlaşmayı bozmak ve karşı durmak
(Muhalefet yapmak). |
السّبيلان: مخرج أو مجرى السبيلين البول والغائط. |
Sebilân: İki yolun
çıkışı, sidik ve dışkı. |
السُّحت : ج . أسحات، المال الحرام وما خَبُثَ من
الكاسب. |
Suht (ç. Eshat):
Haram mal, haram kazanç. |
السَّفاح : مصدر سافحَ، الإراقة. الزّنا. |
Seffâh (sêfaha
kelimesinin mastarıdır): Kan dökmek, Öldürmek ve
Zina demektir. |
السَّماحة : مصدر سَمحَ. تعني الجود والكرم، اللّين
والسّهولة. |
Semâhat (Semâha
kelimesinin mastarıdır): Müsamaha, hoşgörü,
cömertlik, yumuşaklık ve kolaylık demektir. |
الموقوذة
: الحيوانات المقتولة بضربة عصا أو حجر أو نحو ذلك. |
Mevkûze: Değnek,
tokmak yahut taş gibi küt bir cisimle vurularak
öldürülen hayvan. |
الشّرع، الشّريعة : ج. شرائع، سَنَّ، بدأ. ما
أظهره الله تعالى لعبادهِ من الأحكام الدّينية
والدنيوية. |
Şer’=Şeriat
(ç.Şerai’): Din yolu izlemek; başlamak, Allah
Teâlâ’nın kulları için koymuş olduğu dînî, dünyevî
hükümlerin tamamıdır. |
الشِّعائر: ج. أشعِرة وشُعرة. ما ولي جسم الإنسان
من اللّباس. العلامة التي تتميز بها دولة أو جماعة من
قولٍ أو نقشٍ أو غيرهما. الشعائر العائدة لله تعالى. |
Şeâir-şa’ire
(ç.Eşiratun- Şu’retun): İnsanların üzerinde giyilen
elbiseler. Devlet veya cemaatlerin sözle, nakişle ve
bunun gibi öne çıkan dini semboller, remizler.
Allah’a ait nişaneler |
الرَّوث : ج. أرواث . زبل ذوات الحافر من كل ذي
حافر (خيل، بغال وحمار). |
Revs (ç. Ervas):
Dışkı, Tek tırnaklı hayvanların pisliği (at, katır,
eşek). |
الشُّفعة : ج. شُفع، حقوق عقار شراء المشفوع. هو
بدل العقار سواء تملكت بالشروط المزورة، أو تملك المال
بنفس الحكم عن طريق الهبة، مهما كلف للموهوب، تملك
العقار المأخوذ من المشتري أو البائع أو الموهوب له
جبراً عن مشتريه بالثّمن الذي تمّ عليه العقد بالحيل. |
Şuf’a . (ç.
Şüfa’): Önalım hakkı. Satılan veya bedel şartı ile
hile edilen bir akarı veya o hükümde olan bir malı
veya kendisine hibe edilen şahsa her kaça mal olmuş
ise, o miktar ile müşteriden veya satıcıdan ya da
hibe edilenden cebren alıp temellük etmektir. |
الشّورى : التّشاور. طلب أراء أهل العلم والرّاي
في قضية من القضايا. مجلس الشورى. |
Şûra: Danışma.
Davalardan biri için bilim ve görüş sahiplerinden
görüş almak. Danışma meclisi. |
الرُّعاف : نزيف الأنف (خروج الدم من الأنف). |
Ruaf
/Rı’af: Burun
kanaması. |
الصّاعقة : مصدر صعق. ج. صواعق، نار تسقط من
السّماء في رعدٍ شديدٍ. صيحة العذاب. |
Sâ’ika (Sa’ika
kelimesinin mastarıdır. ç.Savâ’ik): Yıldırım,
şiddetli gök güdülüsünden sonra gökten düşen ateş.
‘azap sesi.
|
الصّراط : ج
. صُرُط، الطّريق، جسر رفيع أرفع من
شَعراية وممدود على
متن جهنم. |
Sırat (ç.Surut):
Yol. Cehennem üzerine kurulu olan kıldan ince
kılıçtan keskin köprüdür. |
الصَّعر : مصدر صَعِرَ. الميل في الجدّ خاصة.
(ولا تصعر خدك للناس) أية ..
أي لا تعُرِض عنهم تكبراً. |
Sa’ir (Sa’ire filinin mastar hali): Ciddi konulara yüz çevirmek.
(İnsanlara yüz çevirme) Ayet. Kibirli bir tavır
takınma. |
الصّلاة : مصدر صلّى، ج. صلوات. الدّعاء،
العبادة والصلاة. |
Salât (Salla
kelimesinin mastarıdır. ç. Salevât): Dua, ibadet ve
Namaz. |
الضّامر : ج. ضَوامر، الحيوان أو الفرس الضعيف
والقليل اللّحم. |
Dâmir (ç.davâmir):
Zayıf, cılız, arık binek hayvan veya at. |
الطّاعة والإطاعةُ: مصدر طاعَ. امتثال الأمر عن
رغبةٍ بغير إكراه. |
Tâ’at veya itâ’at
(Ta’at kelimesinin mastarıdır) : Emre uymak, emrin
gereğini yerine getirmek, zorla değil istiyerek. |
الطُّغيان : من طغى، جاوز الحدَّ. الظّلم. |
Tuğyan (Tağa
kelimesinin mastarıdır) : Taşkınlık, haddi aşmak.
Zulüm. |
الطُّفيلي : الذي يتصرف عن الغير من غير ولايةٍ
ولا وكالةٍ. شخص ثالث فضولي. |
Tufeylî: Asalak.
Veli ya da vekil olmaksızın bir başkası adına
tasarrufa girişen kimse, fuzulî üçüncü şahıs. |
الطَّمث : من طمثتِ المرأة، حاضت أوّل ما تحيض،
دم الحيض. |
Tams: Kadının Hayız
kanı. |
الطّهارة : النّزاهة عن الأقذار والحدث والخلاص
من الواسخة يعني عدم وجود مانع شرعي. |
Tahâret: Temizlik.
Habes, necaset denilen maddeden pis şeylerin veya
hades denilen şer’î bir mâniin giderilmesi,
bulunmaması hali. |
الظِّهار والمظاهرة: من الظّهر وهو خلاف البطن
تحريم الرّجل إمرأته عليهِ بسبب النسب والرضاعة
والصهر وبقولهِ أنتِ عليّ كظهر أمي فيه تشبيه أي تحريم
الزواج منها. |
Zıhâr/ Muzâhare:
Kocanın, karısını neseb, süt emme ve sıhriyet
sebebiyle ebediyen kendisine evlenmesi haram olan
bir kadının kendisince bakılması caiz olmayan
arkası, karnı, uyluğu gibi bir uzvuna benzetmesidir. |
العَاتِق : ج. عَواتق، موضع الرّداء من المنكب،
المرأة التي لم تتزوج. |
‘Âtik: Omuz. Evde
kalmış kız. |
العَاقر : ج. عواقر. من عقر البعير إذا قطع
قوائمه وعقرت المرأة إذا كانت مقطوعة الخلف. المرأة لا
تلد. |
‘Âkır (ç. ‘avâkır):
Deve için kullanılsa, dört ayağının kesik olmasıdır.
Kadın için ise kısır, çocuğu olmayan demektir. |
العَاهر : ج. عُهار. الزّاني. |
‘Âhir (ç.’Uhhâr):
Başkasının nikâhlısı ile gayri meşru cinsel ilişkide
bulunan günahkâr. |
العَقيقة : الأضحية التي تذبح للوليد الجديد. |
‘Akika: Yeni doğan
çocuk için şükran ifadesi olmak üzere kesilen
kurban. |
العَانة : ج. عانات، الشّعر النّابت أسفل البطن
حول الفرج. |
A’ne (ç.‘Anât):
Cinsel organ etrafında biten ve tıraş edilmesi
gerekli olan kıllar. |
العُبودية : مصدر عَبَدَ وعَبُدَ. الانقياد
والاستسلام. |
‘Ubûdiyye (‘Abede,
‘Abude kelimelerin mastarıdır): Kullukta bulunmak,
boyun eğmek, teslimiyet göstermek. Kölelik. |
البُلوغ : علامات الكبر أي التّخلص من
المُراهقة. |
Buluğ: Ergenlik
belirtisi ve deli kanlıktan kurtuluş demektir. |
العَرض: ج. أعراض. متاع الدّنيا. علامات الأمراض. |
‘Araz (ç. A’râz):
Dünya metaı. Hastalık belirtileri. |
العَزل :الابتعاد. استرجاع الصّلاحية المعطاة. |
‘Azl: Uzaklaştırmak,
verilen bir yetkinin geri alınması. |
العِتاب : مصدر كتب، اللّوم على تصرفٍ مكروه. |
‘İtap: Kötü
davranışından dolayı
azarlamak; paylama;
serzeniş. |
العَضل : عرقلة زواج المرأة ظلماً. |
‘Adl: Bir kadının
evlenmesini haksız yere engellemek. |
العَصبية: مناصرة من يهمك أمره في حق أو باطل.
مثل التعصب للمذهب. ويقال لمن يتصف به بالمُتعصب. |
Ta’assub: Bağnazlık,
bir şeye körü körüne tutunma, sarılma, mezhep
taassubu gibi. Bu özelliği taşıyan kişiye (Muta’asıb
denir). |
العُصعُص : ج. عصاعِص. العظم في أسفل الصُّلب عند
العَجز، وهو العَسيب. |
‘Us’us (ç.’Asa’is):
paldım kemiği. |
العِصمة : مصدر عَصَمَ، منعَ الله عبده من
المعاصي مع التّمكن منها. الابتعاد عن المعاصي بقدر
الامكان. |
‘Ismet (‘Asama
kelimesini mastarı): Korunma, Allahın koruması
altında olma. Yapılması imkân dâhilinde olan
günahlardan sakınma ve kaçınma melekesi. |
العِفّة : مصدر عَفَّ (عفاف، عفيف)، البعيد عن
افتراء الزّنا. الكف عما لا يحل. |
İffet (M. Âfaf,
Âfif): Afiflik, Zina töhmetinden uzak kimse. |
العِمامة : ج. عمائم وعِمام، ما يُلف على الرّأس. |
‘İmâme: Başa sarılan
sarık. |
العنّة : مصدر عُنَّ الرّجل عُنّةً، عَجِزَ عن
الجِماع لمرضٍ يُصيبهُ فهو معنون وعنين. |
‘Unne: Erkeğin
cinsel iktidarsızlığı için kullanılır. |
الغَائط ج. غُوط وغياط، السّهل المنخفض من الأرض.
وكنوا به عن التّبرز والبراز. |
Gâit (ç.Gut, Giyat):
Kuytu yer. Kazayı hacet yapılan yer. Dışkı. |
الغُدوّ : ج. الغُدوة، البُكرة. أو مابين صلاة
الفجر وطلوع الشّمس. وكذلك غداة غدوات |
Gadât (ç. Gadevât) :
Fecir ve güneş doğuşu arasındaki zaman. |
الغَرامة : الضَّمان والدِّية ولزوم أدائهما.
الكفالة. |
Garâmet: Tazminat,
diyet gibi edası lazım olan şey ve böyle bir şeyi
eda etmek. Kefalet. |
الغَموس : ج. غُمسُ، الأمر الشّديد الغامس في
الشّدة والبلاء. اليمين الغموس: اليمين التي يعتمد
الكذب فيها. |
Gamûs (ç. Gumus):
Şiddet ve sıkıntıya sokan, daldıran şey. |
الغَيرة : مصدر غار يغار. كراهية شركة الغير في
التّودد إلى من يُحب. |
Gayret: Kıskançlık.
Sevdiğin kişinin sevilmesini kabul etmemek. |
الفُحش : مصدر فحش، القبيحُ من القول والفعل عند
أصحاب العقول السليمة. الزّنا. |
Fuhuş (ç.Fahşâ):
Sağduyulu sahiplerince çirkin görülen, hoş
görülmeyen, iğrenç bulunan söz ve davranışlar. Zina. |
الفِصال : فِصام الصّغير عن ثدي أمّهِ. |
Fisâl: Çocuğun
sütten kesilmesi. |
القَارِعة : من قرع الشيء قرعاً إذا ضربه بهِ.
يوم القيامة. وسط أو رأس الطريق. |
Kâri’a: Bir şeye
vurmak. Kıyamet günü. Yol ortası, yol üstü. |
القُبُل : نقيض الدّبر. والقبل من كل شيء أي
مُقدَّمه الذي يُقابلك بهِ،
عضو الجنس عند الذكر والأنثى
. |
Kubul: Zıddı ise
dubur dur. Bir şeyin ön tarafı, Erkek /Kadın cinsel
organı demektir. |
القَذف : مصدر قذفَ. رمى الشيء. الرّمي بالزّنا
خاصة صراحة أو ضمنا. |
Kazf (Kazafa
kelimesini mastarıdır): Bir şeyi atmak. İftira
atmak, bir kişiye zina isnat etmek. |
القِسط : ج. أقساط. العدل والتّسوية. الحصّة
والنّصيب. |
Kıst (ç. Aksât):
Adalet, eşit davranma. Pay, nasip. |
القِصاص : مصدر قصّ. الجزاء على الذّنب. المماثلة
بين العقوبة والجناية. |
Kısâs (Kassa
kelimesinin mastarıdır): Suç işlenene ceza vermek.
Suçluya işlediği suçun dengi bir cezayı uygulama. |
القُنوت : الطّاعة ومنه (والقانتين والقانتات )،
دعاء بعد التكبير في القيام في الصّلاة وفي صلاة
الوتر. |
Kunût: İtaat etmek
(… ve
taate devam eden kadınlar, ).
Dua okuma. Namazda ve vitir namazında okunan ilave
dua etmektir. |
القِيام : مصدر قامَ الانتصاب واقفاً. الوقوف
للصلاة ومنه القيام لصَلاة النواقل في اللّيل تطوعاً
لمن استطاع. |
Kıyâm (Kama
kelimesinin mastarıdır): Ayakta durmak ve namazda
durmak. Gücü yetenlere, geceleyin nafile namazlarını
ayakta ve gönlü kınlan bir namazdır. |
القَيلولة : مصدر قال يَقيل: النّوم في الظّهيرة. |
Kaylûle (Kale,
Yakilü kelimelerin mastarıdır): Öğle uykusu. |
الكُسوف : مصدر كسف. زوال ضوء الشّمس كلاً أو
جُزءاً بسبب إعتراض القمر بين الأرض والشّمس. |
Kusûf (Kesefe
kelimesinin masdarıdır): Güneş tutulması (Tümü veya
bir kısmı) esnasında. |
الكَلالة : مصدر كَلَّ. التّعب
والأعباء. كل ماعدا الولد والوالد من القرية. الأخوة.
من لا ولدَ له ولا والد. |
Klâle (Kalle filini
mastar halidir): Yorgunluk. Baba ve oğul dışında
olan akrabalar. Kardeşler. |
الكمَّ : ج. الأكمام. الغلاف. غطاء الرأس. ومنه
(ذات الأكمام). |
Kêmme:
Başı örtmek;
gizlemek; bir şeyi tıkamak; susturmak. |
الأَكْمَهُ : ج. كُمْه، الذي يولد أعمى |
Ekmeh
(ç.kümh):
Anadan doğma amâ, kör. |
لِجام : من لَجمَ، أداة من الحديد ونحوه توضع في
فم الدّابة ولها سيور تُمكن الرّاكب من السّيطرة
عليها. |
Licâm: Gem, Hayvanın
ağzına konulan demirden yapılmış olan takı.
|
اللَّمم : صغائر الذّنوب. |
Lemem: Küçük günah. |
المؤلفة قلوبهم : أناس محتاجين وليسوا فقراء يعطى
لهم زكاة كسباً لودّهم أو شراءً لإخلاصهم لحاجة
الإسلام إليهم. ويقال لهم المؤلفة قلوبهم. |
Muelefeyi kulub:
Fakir olmayıp muhtaç insanlaradır onlara zekât
verilir. Müslümanların onlara ihtiyacı olduğundan ve
onların sevgisini kazanmak veya samimi olmalarını
elde etmek için onlara zekât verilir, ve onlara
Muelefeyi kulub denir. |
الُمباشرة : من البَشرة التي هي ظاهر الجلد.
وباشر الرّجل زوجته لا مست بشرته بشرتها. الملامسة
بغير حائل بشهوة أو بغير شهوة. |
Mübaşeret: Cilde
dokunmak, cinsel ilişki demektir. |
المترديّة : التّردي: الهلاك. السّقوط من مكان
مرتفع. |
Mütereddiye:
Yüksekçe bir yerden düşerek ölen hayvan.. Yemesi
haramdır. |
المُتعة : من مَتَعَ، ج. مُتع. الانتفاع بالشيء
وأخذ الذوق منه. متعة الحج أن يأتي بالعُمرة. ومتعة
النّكاح
أي نكاح المرأة لمدة مؤقتة لمهر معين. |
Müt’a: (Mete’a
filinin mastarıdır; C. Mte’)
Yaralanma, zevk alma. Umre. Belirli bir mihre
karşılık geçici evlenme |
المُثلة : مصدر مَثُلَ يَمثُلُ ويَمثِلُ، ج.
مُثلات: العقوبة والتّنكيل. التّشويه بقطع الأعضاء
للحي أو الميت. |
Müsle: Başkalarına
ibret olmak için düşmanın burnunu, kulağını ve diğer
organlarını kesmek, çirkin bir şekle sokmak için
gözlerini oymak vb. gibi yollarla ölünün vücut ve
organ bütünlüğüne saldırıda bulunmaktır. |
المُحتضر : اسم مفعول من حضره الموت، وكان في
حالة النّزع. |
Muhtezar: Ölmek
üzere bulunan kimse. |
المَحرَم : ج. محارم ما حَرّمه الله. ما يدافع
عنه. ذو الحرمة. |
Mahrem (ç. Mehârim):
Yakınlıktan dolayı nikâhı haram olan kimse. Ayrıca
hürmet ve ihtiram anlamına gelir. |
المُحرِم : من أحرم. من دخل في حريم غيرهِ
وحايتهِ. المُمسك. من أحرمَ بحج أو عمرة أو بهما. |
Muhrim: İhrama giren
kimse. Hac için ihrama giren kişi. |
المُحرَّم : ما ثبت النّهي عنه قطعاً. من له ذمّة
وحُرمة. أوّل شهور العام القمريي. سمي مُحرماً لتحريم
القتل. |
Muharrem: Kesin bir
şekilde yasaklanan şey. Kameri yılın ilk ayı. Bu
ayda savaşmak haram sayıldığı için Muharrem ayı
verilmiştir. |
المُحصَن : من أحصَنَ والفعل المجرد حَصُنَ أي
منعَ. والزّوجان كل منهما يحصِّن الأخر لأنّه يمنعه من
الوقوع في الزّنا. |
Muhsan: Âkil, baliğ,
hür, Müslüman ve iffetli olan erkeğe denir. Eşler
kendilerini zinadan korullar. |
المَخاض : مصدر مَخِضَ، الطّلق أي آلام الولادة. |
Mahâd: Doğum
sancısı. |
المُدّعي : من إدّعى. من إذا ترك دعواه تُرك،
لأنّ حق الطّلب له. |
Müdde’i: Dâvâcı; bir
şeyi dâvâ eden, bir hakkın kendisine ait olduğunu
hâkimin huzurunda talep eden kimse. |
المُدّعى عليه : من عليهِ الحقّ. من إذا ترك
الخصومة لا يترك حتى يُسلم ما عليهِ. |
Müdde’â ‘aleyh:
Dâvâlı; kendisinden hâkim huzurunda bir hak talep
edilen şahıs. |
المَذهب : من ذهب، ج. مذاهب. الطّريقة والمعتقد.
طريقة معينة في استنباط الأحكام الشّرعية. |
Mezheb: Görüş.
Doktrin. Ekol. Vaktiyle İslâm devletlerinde mevzuat
yerini tutmuş belli bir hukuk ekolüne ait hükümler
mecmuası. |
المَذي : ج. مِذاء ومذيات : ماء رقيق أبيض يخرج
عدة قطرات من القبل بعد المداعبة والتّقبيل، ولا دِفق
له. وفيهِ الوضوء. |
Mezi, meni gibi şehvetle akmaz
Aktığı zaman, insan tarafından hissedilmez
şehvetle öpüşünce ve sürtününce veya böyle şeyler
düşününce gelen birkaç damla renksiz yapışkan
sıvıdır. Ve buda abdest gerektirir. |
المُراهقة : مصدر راهق أي مرحلة من العمر يُقارب
فيها الإنسان البالغ. |
Murâhaka: Çocuğun
büyüyüp ergenlik çağına yaklaşması, ergenlik öncesi
dönem. |
المَسُّ : مصدر من مسَّ الشيء. لمسه بيدهِ.
اللّمس أي وضع البشرة على البشرة بغير حائل. كناية عن
الجماع. |
Mess: El ile
dokunmak, kinaye olarak cinsel ilişki. |
الاستحاضة : ظهور الدّم من فرج المرأة في ير
أوقات الحيض والنّفاس. |
İstihâza.
Kadınlardan bir hastalık sebebiyle cinsel organ
yoluyla dışarı akan bir kandır. |
النّفاس: يصطلح لما بعد ولادة المرأة. |
Nifâs: Çocuk doğurma
ve sonrası hali, lohusalık. |
المُستحب : من استحبَّ: المرغوب فيهِ. ما رغب
فيهِ الشّارع دون أن يفرضه. ما كان دون السّنة في
الحُكم. |
Müstehabb: Sevilen,
güzel görünen şey. Rasûlullah’ın (s.a.) bazen yapıp
bazen terk etmiş olduğu şeyler. |
المَسح : إمرار اليد على الشيء المسموح. مسح
الخُفّين: إصابة البلة مقدار ثلاثة أصابع عند الحنفية
لخُف ملبوس. والسّنة فيه مدّ الصابع مُفرّجة. |
Mesh: Sıvazlamak,
silmek; eli bir şeyin üzerinde gezdirmek anlamına
gelir. Abdestte ıslak elle başı, varsa ayaktaki
mestleri ya da sargıyı sıvaz-lamak. |
المُصافحة : مصدر صَافحَ: إلصاق صفحة الكف بالكف،
وإقبال الوجه بالوجه، والسّنة أن تكون المصافحة بكلتا
اليدين. |
MusÂfaha: Tokalaşma;
iki elin birden tutularak göz göze bakışarak yapılan
hal hatır sorma şekli. |
المُعاشرة : من عاشر، للمخالطة والمصاحبة. |
Mu’âşere: Geçinme,
düşüp kalkma, bir arada yaşama. |
المِعراج : ج. معاريج، السّلم والمِصعد. صعود
النّبي (ص) من بيت المقدس إلى السّموات العلا ليلة
الإسراء. |
Mi’rac
(ç.me’ârîc):
Merdiven, asansör. Resûlullah’ın (s.a.) İsra gecesi
Beyt-i makdis’ten göklere yükselmesi ve bazı
fevkaladeliklere mahzar olması ve Allah ile mülakî
olup O’ndan doğrudan bazı hükümler (namaz gibi)
alarak dönmesi. |
المَعصوم : من عصَمَ إذا مَنعَ. منع الله من أن
تقع منه المعصية، والمعصومون من البشر هم الأنبياء دون
غيرهم. معصوم الدّم أي لا يجوز قتله. معصوم المال أي
لايجوز مصادرته أو أخذهِ. |
Ma’sum: Allah Teâlâ
tarafından koruma altında olan ve şayet insan olması
hasebiyle bir hata işleyecek olsa hatası üzerinde
bırakılmayan kimse. Günah işlemeyen kişi için
kullanılır. |
الفَرض والفريضة : مصدر فرضَ، ج. فرائض. ما أوجبه
الله تعالى على عبادهِ. ما فُرِضَ في السّائمة من
الزّكاة. |
Farz
(ç.furûz):
Yapılması Şâri’ Teâlâ tarafından emredildiği hem
sübut hem delâlet bakımından kesin delil ile sabit
olan herhangi bir görevdir; inkârı küfre götürür. |
فرائض الكفاية : عند عمل عدد من المكلفين تسقط عن
الباقي. |
Farz-ı kifâye:
Mükelleflerden bir kısmının yapılmasıyla
diğerlerinden düşmüş olan yükümlülüklerdir. |
فرائض العين : تفرض على كلّ مكلّف بعملها. |
Farz-ı ayın: Ayrı
ayrı her mükellef için yapılması farz olan görevdir.
Beş vakit
namaz gibi.. |
الغَبن : النّقص ومنه غبته في البيع: غلبه ونقصه. |
Gabn: Hile yapmak,
aldatmak, bir şeyin miktarını azaltmak. |
الغَدير : ج. غُدران وغُدُر. قطعة من الماء
يُخلِّفها السّيل. |
Gadîr
(ç.gudrân,
gudur) Su birikintisi, gölet. Kıskançlık. |
غشيان المرأة : الاتيان أو الجماع بها. |
Gışyânu’l-mer’e:
Cinsel ilişkide bulunmak. |
الحَلال : المباح. الجائز شرعاً، ضدّه حرام. |
Halâl: Mübah; şer’An
caiz görülen yapılmasından, kullanılmasından dolayı
sorgulanmayan şey. Mukabili ‘haram’ dır. |
الحَرام : الممنوع شرعاً ويكون الحرام بترك
الفريضة. |
Harâm: yapılması,
kullanılması, yiyilip içilmesi bizzat Şâri’Teâlâ
tarafından kesin bir delil ile yasaklanmış olan
herhangi bir şeydir. Mukabili ‘helal’ dır. |
النّكاح : الزّواج، العلاقة الجنسية، العقد
الحاصل بين الزّوجين من حقوق ووظائف. |
Nikâh: Cinsel iliş,
Ergenlik. Evlenmek; kasten mülk-i müt’ayı ifade eden
bir akittir ve bu akitle eşler arasında bir takım
haklar ve vazifeler doğar.
|
الهَدي : ما يُقدم من غير مقابل إكراماً. ما
يُهدي إلى الحرم من النّعم وغيرها. |
Hedy: Allah Teâlâ’ya
manen yaklaşmak için veya bir cinayetten dolayı
keffâret olarak kesilmek üzere Haem-i Şerif’e
götürülen veya kendisi veya parası gönderilen
kurban. |
الهَرولة : ضرب من العَدوِ بين المشي والعَدوِ. |
Hervele: Safaile
Merve arasında sa’y ederken oradaki iki yeşil direk
arasını erkeklerin süratle ve omuzlarını
silkeleyerek çalımlı bir biçimde geçip sonra yine
yavaş yavaş yürümeleri. |
الهُدى : مصدر هدى. الرّشاد والدّلالة. |
Hüdâ: Hidayet,
rehberlik, klavuzluk. |
المِعشار والعُشر: واحد من عشرة. |
Mi’şâr: Öşür, onda
bir. |
المُضاربة : مصدر ضَاربَ، ولعلّها مشتقة من
الضّرب في الأرض وهو السّفر فيها للتجارة. عقد شركة
يكون فيها المال من طرف والعمل من طرف أخر والرّبح
بينهما على ما شرطا والخسارة على صاحب المال وتسمى
القِراض. |
Mudârabe:
Emek-sermaye ortaklığı. Bir taraftan sermaye, diğer
taraftan da emek olmak üzere akdedilen bir tür
ortaklıktır. Kar aralarında belirlenecek orana göre
paylaşılır. |
المُتشابه : ما لم يُرْجَ بيان المراد منه لشدة
خفائه وهو خلاف المُحكم. الذي خفي علمه على غير
العلماء المحققين وهو خلاف المُحكم. |
Müteşâbih: İnsanlar
için kendisi ile ne murad olunduğu anlama imkânı
bulunmayan lâfızlardandır. |
المُتوفى : الذي مات. |
Müteveffâ: Vefat
eden, ölen. |
النّعش : من نَعشَ . الرّفع. السّرير الذي يُحمل
عليع الميت. |
Na’ş: Ölünün
taşındığı tabut, cenaze teskeresi. |
النّجاسة : مصدر نجس. القذارة. كل مستقذر شرعاً. |
Necâset: Maddeden
pis şey. Şer’an pis görülen şey. |
النِّحلة : ج. نِحال. الهدية، المهر. |
Nihle(ç.nihal):
Diyanet. Mehir. Hediye, bahşiş. |
المرتشي : الذي يأخذ الرّشوة. |
Mürteşi: Rüşvet
alan. |
الرّفث : الكلام البذخ والسيّء. |
Rafes: Çirkin,
müstehcen söz. |
عَباء، عَباءة: بردة نسائية، رداء نسائي تلبس فوق
الملابس. |
‘Abâ: Elbisenin
üzerinden giyilen geniş hırka. |
الاحتراس : أخذ الحيطة والحذر. |
Dikkat etmek. |
التّسامع: ينقل ما يسمعه من الغير. الاشتهار
والشهرة. |
Tesamü’: Başkasından işitilip nakledilmek. İştihar
yani şöhret demektir. |
Nizameddin İbrahimoğlu |
Hitit Üniversitesi-İlahiyat
Fakültesi |